Farkında Olmadığımız Dikey Taşıma Araçları:

"Asansörler"

 

Telaş içinde oradan oraya hareket halindeyken kullanıyoruz bu vasıtaları her gün. İşyerimizde, toplantıya yetişirken ya da başka bir bölüme evrak teslim ederken; yahut bir Pazar sabahı, alelacele şortumuzu giyip, gazete ve taze ekmek almak üzere, evden, karşı büfeye gidiş gelişlerimizde veya ne bileyim son nesil bir alışveriş merkezinin katları arasındaki gezintimiz esnasında... Bozulmadıkları müddetçe, onların o karanlık kuyu içindeki varlıklarının pek te farkında değiliz. Bütün gün bir aşağı, bir yukarı durmaksızın vazifelerini yapıyor olmalarına rağmen; sadece görevlerini aksattıkları zaman hatırımıza geliyorlar. İşte bu noktada, ben devreye giriyorum ve hak ettikleri ilgiyi gösteriyorum bu sayfa aracılığıyla; umursamadığımız dikey taşıma araçlarına: Sevgili asansörlerimize....

İstiyorum ki, sizler de sevin onları ve umursayın. İstiyorum ki, onların hayatını; canınızı fazla sıkmadan aktarabileyim; ilginç taraflarını, bilinmeyen yönlerini eğlenceli hikayeler içinde sunayım. Bunun için, çeşitli vesilelerle tanışma şerefine ulaştığım bir kaç "özel" asansörden bahsedeceğim. Bu sevimli makinaların, çektiğim fotoğraflarını görünce; hikayelerini dinledikçe ve haklarında küçük bilgiler edindikçe, asansörlere duyduğum saygıyı umarım siz de hoşgöreceksiniz.

Önce kısa bir tarihçeyle başlayalım. Dünya' da ilk asansör prensibini, MÖ287-212 arasında yaşayan Archimedes' in icad ettiği sanılıyor. Çok eski çağlardan, Orta Çağ' a, 13. yüzyılın başlarına kadar kaldırma araçlarının arkasındaki güç, insan ve hayvanlardı. Asansörü ilk kullanan kişi ise MÖ68-37 arasında yaşamış olan Roma İmparatoru Neron! O dönemde, bodrumdaki hayvan kafeslerinden arenaya, vahşi hayvanlar; kayalar içine oyulmuş asansör kuyularından çıkarılıyordu. Muhtemelen karşı ağırlık olarak kullanılan kaplar su ile doldurularak kabinin hareketi sağlıyordu. Eski Roma İmparotorluğu saraylarında, katlar arasında inip çıkan dolapların bulunduğunu yazıtlardan öğreniyoruz. Romalı Mimar Vitarus MS26 yılında yazmış olduğu eserde, Roma' da MÖ236' da dahi yük kaldırmak ve indirmek için bir takım araçların varlığından söz etmiştir. İlkel birer asansör olan bu dolaplarda, karşı ağırlık olarak, genellikle bir sehpaya bindirilen köleler hareketi sağlıyorlardı.

Orta Çağ dönemlerinde buna benzer şekilde, manastırların duvarlarında, dışarıdan faaliyet gösteren asansörler olduğu bilinmektedir. Bu tür asansörlerin, daha çok savunma ve korunma amaçlı yapıldığı; düşmanların gece baskınları yaparak içeriye girmesinin önlenmesi hedeflendiği düşünülmektedir.

17. yüzyılın başlarında Velayer adındaki bir Fransız mimar bu ilkel aleti biraz daha geliştirerek, karşı ağırlık ile daha iyi dengede çalışmasını sağladı. Bu alet elle çevrilerek hareket ettiriliyordu ve adına uçan sandelye denilmekteydi. 15 yıl sonra Amarikalı mimar Henry Waterman daha büyük bir dolap yaptı ve iki katlı bir binada kullandı. Bu aleti basınçlı hava ile çalıştırarak, insan gücüne ihtiyaç kalmadığını gösterdi.

Başa Dön :: Top of Page

Yeni Çağ' da ise 1830' larda İngiltere' de hidrolik tahrikli asansörler, fabrikalarda kullanılmaya başlanmıştı. Kullanılan tip, fabrikalardaki mevcut ortak tahrik milinden, kayış ile alınan hareketle çalışmaktaydı. 1854 yılında Elisha Graves Otis tarafından insan taşıma maksatlı ilk asansör imal edildi. 1853' te Amerika' da buhar gücü ile çalışan yük asansörleri boy göstermeye başlamıştı. 1867 yılında Edoux adında Fransız mühendis, uluslararası Paris sergisi münasebetiyle; yeni bir kaldırma makinesi yaptı ve adını "Assenseur" koydu. Makina, ziyarete gelen misafirleri en yüksek noktaya kadar çıkartıp indiriyordu. 1878 yılında, yine Paris sergisinde Edoux, Asansörü 62.5 metreye yüksekliğe çıkartmayı başardı. 1880 yılında, bu kez Alman fizikçı Erner Van Siemens, yeni bir buluş ortaya çıkardı. Mannheim sergisinde, elektrikten faydalanarak çalışan asansörü sergiledi. 1889 yılında Paris' te açılan bir sergide; ünlü Fransız Mühendis Eiffel, adını ölümsüzleştirdiği bir de asansör kurdu ve insanların zahmetsiz bu kuleye çıkararak Paris' i seyretmelerini sağladı.

Sonraları 19. yüzyılın başlarında, uluslararası dev firmalar kurulmuş ve gerçekleşen teknolojik devrimler sayesinde, asansörler büyük bir hızla gelişmiştir. En önemli gelişme olarak: motor odası ihtiyacı kalkmış; bu sayede, "in-line" motorlarla 1000 metre mesafelere çıkabilen; 25-40 kişi taşıyabilen; 2.5 metre/saniye hızlara ulaşabilen; yolcu durumuna göre, gidiş-geliş trafiği bina içindeki diğer asansörlerle merkezi olarak yönetilebilen; gelişmiş emniyet tertibatlı, çeşitli akıllı asansörlerin imal edilebilmesi mümkün olmuştur.

Başa Dön :: Top of Page

Ülkemizde asansörün görülmesi 1900' lerin başına uzanıyor. İlk asansörlerin, inşaatı 1903' te biten Beykoz' daki Hidiv Kasrı' ndaki dört asansör olduğu sanılıyor. İstanbul Haliç' in o zamanlar temiz sularına bakan ve Orient Express yolcularını ağırlamak üzere 1892 yılında Fransız Mimar Alxander Valley tarafından inşa edilmiş olan Pera Palas Otelinde, Schindler marka eski bir asansör bulunuyor. Beyoğlu' nda elektrik kullanılan ilk bina olan Pera Palas Otelinin en güzel köşelerinden birini oluşturan asırlık asansör, adeta Pera Palas' la bütünleşmiş; yenilerine taş çıkarırcasına, günümüze kadar güzelliğini ve ihtişamını koruyarak gelmiştir. 5 kişi 400 kg ağırlık taşıyabilen asansörün, haftada bir bakımı ve yılda bir kez de muayenesi yapılmaktadır. Bir Liftboy' un idare ettiği asansörde, şimdiye dek önemli bir kazanın meydana gelmemesi yüzyıllık asansörün gurur kaynağı olmuştur.

Image by S.Sergen©2004

Türkiye' de, daha sonra da tek tük imalatlar yapılmış; ancak gerçek anlamda imalatın başlaması 1960' lara rastlamıştır. 1907 yılında, bir Musevi vatandaşımız, Nesim Levi Bayrakoğlu tarafından; ülkemizin ve Ege bölgemizin incisi İzmir’de, Karataş semtinde bir asansör kurulmuştur. Mithatpaşa' dan, Halil Rıfat Paşa Caddesi' ne çıkmak için 155 basamak merdiveni tırmanmak zorunda kalan halka kolaylık olması amacıyla; özellikle yaşlı ve sakatların kullanımı gayesiyle yapılan bu çift asansörden biri, önceleri su buharı ile çalışıyordu. 1985' ten bu yana her iki asansör de elektrikle çalışıyor. 60 metre yükseklikte olan bu asansör kulesinde 55 metre seyir mesafeli iki asansör bulunuyor. Yakın bir döneme kadar bozuk olan asansörler, 1995 yılında İzmir Belediyesi tarafından restore edilerek, tarihi asansör çevresi ve asansöre çıkan Dario Moreno Sokağı, eğlence, kültür ve dinlence mekanı olarak düzenlenmiştir. Eski İzmir' de Asansör Çıkmazı Sokağı' nın iki yanında meşhur sakız evleri yer almaktadır. Asansörün üst katında dinlenme ve İzmir körfezinin eşsiz manzarasını seyretme olanağı sağlayan bir kafe ve lokanta bulunuyor. Bölge sakini değilseniz, asansörden faydalanabilmeniz için cebinizde bozuk 100TL bulundurmanızı öneririm.

Dünya' da asansör üreticileri arasında en eski ve büyükleri, Türkiye' de de bilinen Otis ve Schindlerdir. Ülkemizde, ilk asansör uygulamalarından sonra, birkaç yıl arayla; özellikle İstanbul' un Beyoğlu semtinde bir çok asansör inşa edilmiş; ne yazık ki, imar tadilatlarıyla bu tarihi asansörler yok olmuştur.

Başa Dön :: Top of Page

Image by S.Sergen©2003

Bu kadar tarih yeter. Şimdi, hususi olarak içinde bulunma şansı yakaladığım bir kaç asansörden bahsedeceğim. Bunlardan ilki, Norveç' in, Oslo' dan sonra ikinci büyük şehri olan (ki bence böylesine güzel bir kentin, Oslo ile kıyaslanması bile hakarettir) Bergen' de bulunuyor. Bergen' de, ucuz konaklama yeri arıyorsanız ve odanızı birkaç kişi ile paylaşmak sizi rahatsız etmeyecek ise, harika bir tavsiyem var: "Marken Gjestehus". Marken Konukevi tüm yıl boyunca açık ve her türlü modern tesis mevcut. Odanıza merdivenden çıkmanız mümkün. Ancak, ben arka kapıya bakan asansörü tercih ederim. Asansör, 1934 model bir "Wisbech"! Akordeon kapısını tam olarak kapatamazsanız asansör çalışmıyor. Zaten kapının yayı, bu işi sizin için gayet güzel yapıyor. Hatta dışarı çıkabilmek için, yayın kuvvetini yenmek üzere, ilave bir güç sarfetmeniz gerek. Eliniz kolunuz çantalarla dolu ise; ancak, önünde ayağınızı takoz olarak kullanmak suretiyle kapıyı açık tutabilirsiniz. Asansöre girer girmez, eski teknelere benzer ahşap kokusu karşılıyor sizi. Daha sonra, kabinin çeperleri boyunca deri döşemeli kanepe dikkatinizi çekiyor. 30' lu yılların deri kaplamalı ahşap amber kokusunu, bir kat boyunca bile olsa içinize çekmek; bütün hava alanı, koşuşturma, bürokrasi yükünü ve gerginliği içinizden siliveriyor. Buharla çalışan tahrik mekanizması, sizi sessiz ve sarsıntısız şekilde resepsiyon katına kısa sürede ulaştırıyor. Bu ilerlemeyi, analog ibreli kat göstergesinden rahatlıkla izliyorsunuz. Bu Wisbech' e veda edip sıradanlaşmış teknolojiye dönmek gerçekten zor. Wisbech firması, Norveç' te 1891 yılından beri üretim yapan en eski asansör firmalarından birisi. 1897' lere kadar Oslo' daki asansörlerin neredeyse tamamı, hidrolik (basınçlı su) idi. 1897' den sonra asansörler elektrik motorlu imal edilmeye başlandı. Wisbech, 1973' te Kone Cranes tarafından satın alındı. Kone asansörleri, halen uluslararası düzeyde hizmet veriyor.

Bergen, Norveç' in Batı' sındaki fiyordların merkezi. Bu sebeple, turistlerin gezilerini başlattıkları veya bitirdikleri bir üs niteliği taşıyor. Fiyordların coğrafik özellikleri gereği, Bergen' in de denize dönük olmayan arka kısmı çanak gibi dağlarla çevrili. Bunlardan Batı' daki Ulriken dağına bir teleferikle çıkılıyor. Doğu' daki Fløyen dağına çıkış için bilin bakalım hangi sevimli dostumuz hizmet veriyor? Asansör! Fløibanen funicular dedikleri, trenle-asansör arası bir yaratık aslında. Raylar üzerinde gidiyor, lakin dişililerle bire bir kavrama var. Benim tanımıma göre bas-baya "in-line motorlu" asansör. Tepe boyunca dört yükseklik seviyesinde mahalleler kurulmuş. Fløibanen funicuların buralarda durakları var. Sadece durak bölgelerinde, ikinci bir ray+dişli takımı daha çıkıyor karşımıza. Burası, diğer yönden gelen kabinin geçebilmesi için. Yoksa normalde, tek hat mevcut. İşte bu noktada, kafamda oluşturduğum asansör tanımım biraz karışıyor. Tren konseptine dönük gibi geliyor. Amaaan neyse; dedim ya: trenle-asansör arası bir yaratık...

Başa Dön :: Top of Page

 

Image by S.Sergen©2003

Gelelim İsveç' in başkenti Stockholm' e. Şehir birbirine köprülerle bağlı yedi adacıktan oluşuyor. Bunlardan Södermalm, şehrin biraz daha "orta direk" kesimine hitap ediyor (bu arada sakın bizim orta direk ile onlarınkini mukayese etmeyin :-) Södermalm, şehrin diğer kesimlerinden biraz daha yüksek seviyede ve granit kayalıklar üzerine yerleşmiş. Semtin bu üst kesimlerine erişim, bizim İzmir' deki "Varyant" gibi bir kaç arter yolla sağlanıyor. Yayalar için en bilinen ve en pratik yöntem ise bir kaç noktada kurulmuş olan asansörler. Şehir merkezi olan Gamla Stan (Eski Kasaba) ile Ggüney' inde yer alan Södermalm arasında bir kaç bağlantı mevcut. Bunlardan birisi, Skeppsbron: yaya, bisiklet, araç ve metro geçişlerine izin veriyor. Bu geçitin bittiği yerde ise muaazzam görünüşü ile meşhur Katerinahissen başlıyor. İsveç' teki kondüktörlü tek asansör olan Katerina, Slussen ile Mosebecke' yi bağlıyor. Mosebecke' de kayalıkların üzerinde çayınızı yudumlarken; panoramik muhteşem şehir manzarası izleyebileceğiniz çok sevimli kafeler var. Bu kafelere ulaşmak için Katerinahissen' e biniyorsunuz; kondüktör çocuğa 5 kron veriyorsunuz. Normalde iki kabinden sadece biri serviste tutuluyor. 38 metre yüksekliğindeki bu asansörün üst seviyesine çıkınca; Mosebecke' ye uzunca bir köprüyle geçiyorsunuz. Köprünün üzerinde "Gondolen" (Gondol) restoranı var. Stockholm' ün en pahalı bu restoranın girişindeki, fiyatları da gösteren menüsüne göz iliştirince, adımlarınız daha bir hızla karşıya ulaştırıyor sizi. Orjinali 1881-83 yıllarında buharlı olarak yapılmış olan ve 1935' te Slussen trafiği düzenlenirken yenilenen bu asansörü geride bırakıp, doyumsuz keyif veren şu kafelerden birine atıyoruz kendimizi. Hoşçakal Katerina...

Mosebecke seviyesinden aşağıya, bir kaç noktada daha asansörler mevcut. Bunların çoğu, elle işletilen Rosendal Slot gibi çok özel makinalar. Fakat, çoğu ne yazık ki işlemiyor; ve bir kısmı evsizlerin, serserilerin barınağı haline gelmiş; kimisi içki alemi için kullanılıyor, kimileri ise tuvalet olarak... Stadsgårdshissen de unutulmuşlardan birisi. Meşhur Viking Line ve Birka Princess feribot hattı terminallerinin karşısında buldum O' nu; terkedilmiş halde. Demirden mamul kulesi yapayanlız duruyordu. Kapısına asma kilit asmışlardı. Saltsjöbanan demiryolu hattının tünele girdiği noktadaki bu asansörün makina odasında, söylenene göre Carl Anton isminde (oralarda meşhurmuş) bir sanatçının çalıştığı stüdyo varmış.

Haritada belirlediğim güzergahı tamamlamak için yeniden yukarı çıkmam gerekiyor. Bu asma kilit, umutlarımı öldürüyor; ancak, biraz ilerideki 120 basamaklı merdiveni kullanarak, bir kez daha yukarı, o eşsiz manzaraya doğru çıkıyorum. Tanrım, bir kahve molası daha mı versem acaba!

Başa Dön :: Top of Page

 

Image by S.Sergen©2003

Asansörlerden bahsederken, kısa tarihçe kısmında da önemini vurguladığım üzere, Eiffel kulesindekilere özel bir yer vereceğim. Eskiden, yanlış hatırlamıyorsam 10 Frank ödeyip, üç kademede, kulenin en üstüne çıkabiliyordunuz (şimdi kaç yuro bilmiyorum). Kulenin dört bacağında da özel yapım "dou-lift", yani çift kabinli asansörlerden var. İlk kademe; yani zeminden birinci kata çıkış, işte bu son derece özgün çözümle sağlanıyor. Her bir kabin 40 kişi taşıyabiliyor ve köprünün bacağı eğrisel şekle sahip olduğu için, değişken açılarda bir tırmanma yörüngesi izliyor. Asansörün hızı 395 fpm, yani bir saniyede 2 metre yüksekliği çıkıyor. Dört asansörden, sadece üçü ziyaretçiler için ayrılmış ve bakım periyotlarına göre bir veya ikisi serviste tutuluyor. Dördüncü asansör ise direkt olarak, ikinci kattaki Jules Verne restoranına çıkıyor. Tabi, bu asansör de, parasını sarfetmek için yer arayanlara yönelik. Merak edenler için: evet, kulede merdiven de mevcut. Lakin, yapının etrafındaki akım ve kulenin ince yapısı, yükseklik boyutunu çok ön plana çıkartıyor, benden söylemesi...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Image by S.Sergen©1998

Şimdi sıkıcı kısma, yani asansör tarihçemize geri dönelim. Eiffel kulesi, Fransız devriminin 100. yıl kutlamaları için 1889 yılında kullanıma açıldığında, asansörleri tamamlanmamıştı. Otis asansörleri firması başkanı Charles Otis, La Tour Eiffel kulesinin tasarımcısı Gustave Eiffel' in sürekli tasarım değişikliği yaptığını ileri sürüyor ve gecikmeyi buna bağlıyordu. Başlarda, şehrin ileri gelenleri tarafından kocaman bir mutfak davlumbazına benzetildiği için hor görülen, ancak sonraları estetikten ziyade teknik ve güvenlik sorunları ön plana çıkan kulede, çözülmesi gereken önemli bir sorun vardı. 300 metrelik kulenin tepesine güvenli bir şekilde çıkmak bir kenara; köprünün eğimli bacaklarını tırmanabilmek bile önemli bir meydan okumaydı. O zamanlara kadar asansörler bilinen makinalar olmasına karşın, kimse açılı çalışan bir asansör yapmamıştı. Üstelik, otoriteler kulenin parçalarının, sadece Fransız ürünleri olması konusunda inatçıydı. Ancak, hiç bir Fransız firması, dört bacaktaki asansörler için teklif veremedi. Sonunda Otis tarafından şimdiki asansörler servise sokuldu. Makinalar, 1912 yılına kadar buharlı mekanizma ile çalıştı ve sonra elektrikli makinalara geçildi. Kulede ve asansörlerde günümüze kadar pek çok revizyon ve bakım gerçekleştirildi. Kulenin asansörlerinde Otis' in sözleşmesi günümüze kadar devam etti. Zira artık Otis, bir Fransız asansör firmasıyla birleşmiş ve Fransızlar için milli bir kimlik kazanmıştı.

 

 

 

 

 

 

Fransızlar ülkelerine bağlı da, biz değil miyiz? İşte Eiffel kulesinin taa en tepesinde Türk bayrağı, Bağdat ile Belgrad doğrultuları arasında duruyor. Kulenin bu kısmı, tüm ülke başkentlerinin, hangi doğrultuya denk düştüklerini temsil eden bayraklara ayrılmış. İşte Ankaram 2544 km uzaklıkta (ya da yakınlıkta)...

 

Image by S.Sergen©1994

 

Başa Dön :: Top of Page

Image by S.Sergen©1996

Paris' in bir başka görülecek yeri ve ünlü asansörü: La Grande Arch de la Défense! Tête Défense... Buradaki asansör akıllara ziyan. Kenarları baştan aşağı cam olduğu yetmiyormuş gibi, zemini de aşağıyı gösteriyor. Şimdiki aklım olsa, hiç bir kuvvet bindiremez beni o asansöre; o zamanlar cahil cesaretimiz vardı tevekkeli. Bina derseniz, o da başka bir alem. İki bacak üzerinde yükselen binada, altınızda 85 metre boşlukta geziniyorsunuz. Neymiş, o tarihi Le Arc de Triomphe Etoile' in modern replikasıymış. O asansöre binmek bir yana; o binada -bırakın çalışmayı- sadece gezinmek için, bir kaç saat bulunmak bile çılgınlık bence...

106 metrelik nu büyük ark, 1982' de Fransız başkanı Mitterand tarafından yaptırıldı. Esasında, La Defense semti; Arc de Triomphe ile eş merkezli zafer yolu üzerinde modern bir iş merkezi kurulması fikriyle 30' lu yıllarda düşünüldü. Site 1951' de kurulmaya başlandı.

Öğretmenlerimiz derse ilgimizi korumak adına; aralara etkileşimli, espirili bir şeyler serpiştirirlerdi. Bizde pek işe yaramazdı; ama, bu yazı, çoktan sıkıcı hale gelmeye başladığı için, ben de baş vuracağım bu yönteme. Şimdi sizle bir deney yapalım. Bakalım bu sayfa yeterince etkileşimli olabiliyor mu... Günümüz mouse' ları artık "scroll-wheel" içeriyor (hani şu ortada duran ve döndürdüğümüzde sayfayı yukarı/aşağı kaydıran tekerlek). Gözünüzü ekrandaki sabit bir noktaya odaklayıp, işte bu tekerlek vasıtasıyla, yandaki fotoğraf görüntüde kalacak şekilde, sayfayı yukarı/aşağı kaydırın!

Asansör kabininin derinlemesine hareket ettiği hissine kapıldınız mı? Kapılmadınızsa, kusur sizde; yeterince konsantre olamamışsınız demektir.

 

 

 

 

 

Image by S.Sergen©2003

Başa Dön :: Top of Page

Image by S.Sergen©2003

Malezya' nın başkenti Kuala Lumpur ya da yerel deyişle KL ("key-el" diye okunuyor!)... KL Uzakdoğu' nun mistik atmosferi içinde, ultra-modern bir şehrin erişebileceği tüm en uç teknolojik unsurları içeriyor. Hele bir Petronas kuleleri var ki, ben anlatmayayım, varın fotoğraftan siz anlayın. 88 katlı ikiz kuleler, 41. katta bir köprüyle birbirlerine kavuşuyor. Tüm meşhur mekanlarda olduğu gibi, burada da bir Otis karşılıyor bizi. Diğer örneklerinin aksine, bu kuleye çıkış bedava. Yanlız belirlenen seanslar için, önceden randevu almak gerekiyor. Eh tabi ki, beklerken Suria (Güneş demekmiş. Sanırım, maksimum aydınlık için boş bırakılan orta holden dolayı bu isim verilmiş) KLCC (KL City Center) Shopping Mall' dan alışveriş yapıp yapmamak sizin elinizde. Sizleri bilmem ama, vitrinlerdeki Uzakdoğu' nun onca cazibeli ürünleri, gezenleri kendine davet ederken; ben, 1800 kişiden fazla kapasiteli 2. kattaki restoranları veya 4. kattaki "temalı" yiyecek bölümünü tercih edenlerdenim. Binbir çeşit Asya yemeğini deneyip, tropik meyve sularından fenalık geçirene dek içtikten sonra; asansör saatim geliyor. Elimde sıkı sıkı tutuğum rezervasyon biletini görevliye uzatıyorum, bana güvenlik kartımı veriyor. Antenleriyle birlikte 452 metre yüksekliğindeki binaların otoparkından, en üst kata 90 saniyede çıkabilen Otis' in muazzam hızını kulaklarınızla hissediyorsunuz yukarı çıkarken. Nasıl mı? Yükselmekten kaynaklanan basınç değişimi öylesine ani ki, dengelemek için kulaklar zamanında adapte olamıyor. Ne yazık ki, biz ziyeretçilerin güvenlik kartları sadece 41. kata kadar. Ama o da ne, Otis' imizin sürgülü kapısı açılınca, karşıda köprüyü ve diğer binayı görüyoruz. Ziyaretçilerin tamamı, hemen içgüdüsel olarak, 175 metre yükseklikteki bu köprüden karşı binaya geçiyor. Binalar rüzgardan sallandığında, bu köprü hizasındaki açılma 50cm' e ulaşabiliyor...

Konumuz asansörler olunca, aralara biraz teknik bilgileri de sıkıştıracağız haliyle. 1999 yılında hizmete açılan Petronas kuleleri gibi, çok uzun binalarda; asansörlerin her katta durduğunu bir düşünün. Ne kadar komplike yazılımlarla kontrol ederseniz edin, 88 katlı bir binada, klasik asansör mantığının verimli işlemeyeceği bir gerçek. Bazen, bizim 14 katlı apartmanda bile, sistemin yavaşlığı insanı çileden çıkartmaya yetiyor. Çözüm olarak, ekspres ve yerel asansörler kombine çalışıyor. Ekspres asansörler, sky lobby denilen ana duraklarda yolcu indirip bindiriyor. Buradan sonra, o civarın yerel asansörüne biniyorsunuz. Nasıl, sanki kocaman bir metropolisteki ulaşımdan bahsediyorum, değil mi? Ama, gerçekte böyle. Durun, daha bitmedi. Bu tip, küçük ölçekli bir şehir nüfusu kadar insan barındıran binalardaki asansörler; genellikle, Eiffel kulesi bacaklarındaki gibi çift kabinli oluyor. Böylece, aynı asansör boşluğundan iki kabin faydalanıyor. Siz, hiç birşeyden habersiz, sadece tek katlarda duran kabinin aynasında kıyafetinizin düzgün olup olmadığını incelemeye dalmışken; üst katınızda bir başkası, sadece çift katlarda duran kabininde, bir kaç dakika sürecek birliktelik esnasında, karşısındaki güzel bayana bakmamak için kendini kasıyor...

Başa Dön :: Top of Page

 

 

New York' taki Dünya Ticaret Merkezi binalarını ilk kez, 7 yaşındayken görmüştüm. 20.yüzyıl ansiklopedisi diye bir kaynakta. Bu ansiklopedide gördüğüm her şey, o yaşlardaki ilk tutkularım, aşklarım olmuştu... Orada görmüştüm fotoğraf makinasının çalışmasını anlatan çizimleri; orada tanışmıştım araba yarışlarıyla; orada aşık olmuştum Dünyanın dört yanındaki ağaçlara, şelalelere, göllere, dağlara. Çocukluktan aldığım bu aşıdan mıdır bilmem, Dünya Ticaret Merkezi binalarını sahici olarak gördüğümde, gerçekleşmesi imkansız bir hayalin içinde hissettim kendimi. Sanki o ansiklopedinin sayfa düzleminde imiş gibi heyecanlanmıştım. Bu his beni ta çocukluk yaşlarıma geri götürdü ve tarif edilmez bir coşku, belli belirsiz bir gurur duydum.

Dünya Ticaret Merkezi binalarının da asansörleri, tahmin edeceğiniz gibi Otis. İkizlerden, Güney Kulesi bizim gibi turistlere açık. Güney Kulesine "Nelson" deniliyor, diğeri ise "David" (isimler, binaları yaptıran Rockefeller kardeşlerden geliyor). Ziyaretçiler, geniş bir holden özel bir asansöre alınıyorlar. Üzeriniz didik didik aranıyor, içinizi dışınızı gösteren çeşitli makinalardan geçiyorsunuz ve Otis 339HT makinesi ile 110 katlı binanın 107. katındaki izleme alanına doğru yolculuğunuza başlıyorsunuz. Gözünüz asansörün kat numaratöründe ise, birim süre içinde önce bir-iki kat gidiyorken, biraz sonra 4-5 katın, sonraları 10-15 katın bir anda geçip gittiğini görüyorsunuz. Tabi kulaklarınız, bu hızlı basınç değişiminden müteessir oluyor. Lakin, ödülünüzü derhal alıyorsunuz. 1973 model bu Otis sizi, o benzersiz manzarayla tanıştırıyor. Sonrası merdivenle... Eh oralara kadar çıkmışken çatıya çıkmamamak aptallık olur. Söylenene göre, açık bir havada, en üst kattan bakınca ufkun yuvarlaklığını farkedebilirmişsiniz. Söyleyenlerin yalancısıyım, ben ufku yuvarlak muvarlak göremedim. Binanın veya asansörün fotoğrafını çekmeyi akıl etmedim ne yazık ki. Nereden bileyim, ben çıktıktan tam 6 ay sonra, 11 Eylül 2001' de binalar ve Otis339HT yok olacaklar. Fotoğraf konusundaki tembelliğimden şu an son derece pişmanım; Kuzey binasının tepesinde, arkamda Brooklyn köprüsü ile bu yegane fotoğrafım tarihi miras kalıyor.

Image by S.Sergen©2000

Bakın asansör kisvesi altında, bir sürü alakasız şeylerden de bahsettik. Esas konumuz olan asansörlere biz kez daha geri dönelim. Amerikalıların emekli cenneti Florida eyaletinin incisi Orlando' da, Sea World parkının ortasında bir direk yükseliyor. Önce direğin maksadı anlaşılmıyor: süs için midir, etrafına sirk çadırı gibi örtü mü geliyor... Yanına yaklaştığınızda, çevresindeki helislerin ne işe yaradığına dair bir his beliriyor içinizde; zaten, biraz sonra kocaman bir diskin o helisler üzerinde kayarak aşağı indiğini görünce olayı çözüyorsunuz. Ve derhal, o diskin içindeki insanlardan biri olmak üzere sıraya girip, bilet alıyorsunuz. Disk asansör, helislerin etrafında dönerek, tepeye kadar tırmanıyor. Tırmanma oranı oldukça yavaş. Yukarı çıkıp inmeniz yaklaşık 5 dakika sürüyor. İniş-çıkış esnasında, asansör, helisler üzerinde 3 ya da 4 tur atıyor ve size tüm parkı seğretme fırsatı veriyor. Açık havada kulenin yaklaşık 18 kilometre ilerisi gözlenebiliyor(muş).

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

Image by S.Sergen©2004

Ve Washington Anıtı... Bir yüzü Beyaz Saray' a, suikaste son derece müsait bir açı ve mesafeden bakan bu anıtın diğer yüzü de, tüm Dünya' nın yönetildiği başka bir yapıya: Amerikan Kongre Binasına bakıyor. Bana kalırsa Potomac nehri ve kulenin hemen yanından son alçalmalarını yaparak Reagan hava alanına inişe geçen uçakların; flaplarını açarak sallana sallana süzülmeleri daha ilginç. Washington anıtındaki Otis' in ilginçliği ise iniş yolunda ortaya çıkıyor. Çıkışta tatlı bir ihtiyar tarafından işletilen asansör, dönüşte şirin bir kızın esprileri eşliğinde indiriyor yolcularını. Kızcağız kimbilir kaç Milyon kere yaptı aynı esprileri. Ama sanki ilk kez yapıyormuş gibi motive olmuş şekilde koruyor sevimliliğini. Belki de o sıralarda kıza aşık oluyorum ve bana şirinmiş gibi gözüküyor. Ha, asansörün ilginçliğinden bahsediyordum esas. Asansör yolda bir kaç kez duruyor; ön ve arka kapılarında buzlu cam zannettiğimiz pencerelerdeki ışık sönüyor ve asansör boşluğunun ışıkları yanıyor. Dikili taşın iç çeperleri, çeşitli eyaletlerden getirilmiş sanat eserleri ile dolu. Ne diyeyim, gerçekten güzel bir sürpriz. Tabi bu arada, aranızdan Washington' a gitmeyi ve bu anıta çıkmayı planlayanlar varsa filmin sonunu söylemiş oldum, kusura bakmayın. Zaten çıkmayın, pek o kadar da deymez. Kuleden en iyi manzara ve en yeşil bölge, kuşkusuz sadece "Mall Area". Geri kalan her taraf bina dolu: FBI, CIA, FAA ve filmlerde duyduğumuz diğer tüm kısaltmalar.

 

 

 

 

 

 

 

 

 


Image by S.Sergen©2004

Asansör sevdanız varsa, ister istemez, ismi "en yüksek" ile başlayan yapılara çıkarken buluyorsunuz kendinizi. Chicago' daki Sears kulesi de bunlardan birisi. Malezya' daki Petronas Kulelerine de çıktıktan sonra, Dünya' nın en uzun binası ünvanını NY' taki Dünya Ticaret Merkezinin elinden almış olan 442 metre yüksekliğindeki 110 katlı binanın 103. katındaki "Sky Deck" e çıkmamak ayıp olurdu. Daha önce de bir çok geziye beraber gittiğimiz sevgili dostum Necati ile birlikte, Chicago' nun Kuzeyindeki banliyö Northbrook' tan uzun bir tren yolculuğu ile Chicago Union Station' a varıyoruz. Nehri geçip Jackson Bulvarı' na yöneliyoruz. Hedefe doğru ilerleyişimiz öylesine güven verici ki, Necati dönüp "daha önce geldin mi buraya?" diye sormadan geçemiyor. Kendisi, önceki gezilerimizde, sürekli kaybolmamıza sebep olan seyrüsefer becerisiyle(!) meşhur bir arkadaşımızdır. Girişteki albenili asansörler beni yanıltıyor önce. Zannediyorum ki, taa en üste kadar çıkacağız. Ve bu işin bu kadar basit oluşunu garipsiyorum. Nitekim, asansör sadece bir kat çıkarak, bu kuşkuyu açığa kavuşturuyor. Önümüzdeki kuyruğa katılıp biletlerimizi alıyoruz. Tam her şey bitti, çıkıyoruz derken; zirveyle aramıza yeni bir engel daha giriyor. Neymiş efendim, kısa film gösterisi varmış. Sıradaki asansör kabini kadrosu tamamlanınca hepimizi sinema salonuna alıyorlar. Nihayet, bu işkence de bittikten sonra, asansörümüze kavuşuyoruz. Artık tecrübeli bir asansör tutkunu olduğumdan, derhal kronometreme basıyorum. 103 katlık seyahat tam 1 dakika sürüyor. Bizim apartmandaki asansörle 8. kattaki komşum Gürol' a çıkarken de yaklaşık bu kadar süre geçiyor. Skydeck asansöründeki bu 1 dakikalık yolculuğumuzda sıkılmayalım diye bir de plazma TV' de video izlettiriyorlar. Benim ise gözüm gösterge panelinde, katlar 10ar 10ar gözüküyor. Sonunda Skydeck' e varıyoruz. İşte o zaman, bize evsahipliği yapmış olan sevgili arkadaşımız Özlem' in, bizim için sayısız organizasyon yaparken, neden görüş mesafesini de bilhassa sorduğunu anlıyoruz. Buradan, güya 35 mil mesafeye kadar ufuk görünürmüş. Bizim çıkışımızda görüş 5 mil idi. Pencerelerin yere kadar uzanması çok güzel görüş imkanı sağlıyor; ancak, camların kirinden ötürü, Tanrı affetsin, fotoğraf çekmek için fazla da heveslenmedim. Bana kalırsa esas güzel manzaraya, John Hencock merkezindeki "Signature Room" restoranında fazlasıyla kavuşursunuz. Üstelik çok ta ayak üstü bir konumda. Chicago' ya gittiğinizde, zaten mutlaka Michigan Avanue' da piyasa yaparsınız. John Hencock, yukarı doğru daralan prizmatik yapısı ve karakteristik çapraz yapısal elemanlarıyla derhal kendini belli edecektir. Tek bilmeniz gereken, Kuzey kapısına yönlenmeniz gerektiği. Oradaki asansörde sadece üç kat düğmesi var; birisi zaten lobiye ait. Diğer ikisi 95 ve 96. katlardaki restoran ve kafe/bara ait. Biz ne yazık ki akşam gittik, ama, öğlenleri restorandaki açık büfe 15 dolar imiş. Sears Tower' ın aksine, kocaman ve tertemiz camlardan ve 3 kat arasına serpiştirilmiş yarım katlar arasındaki ferah boşluklarından dolayı zaten muhteşem olan bu mekanda, güzel ve sınırsız yemeklerle, üstelik 15 dolar gibi komik bir ücretle yiyebilmek ile cennet arasındaki tek fark sanırım huriler(!). E onlar da yok değil etrafta, ama açıkçası bizim gibi beceriksizler için, patlayana kadar yemek yemeği tercih etmek daha öncelikli sanırım...

Image&animation by S.Sergen©2004

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Başa Dön :: Top of Page

 

Image by S.Sergen©1992

Şimdiye kadar gördüğümüz dersleri bir tekrar edelim: helisel yollu asansörler, eğimli asansörler... Peki diyelim ki, binamız eğri, ancak asansörümüz doğru dürüst olsun istiyoruz. İlla bir şeyler ilginç olacak ya. İşte İspanya' nın başkenti Madrid' teki La Puerta de Europa (Los Torres Kio); yani Door of Europe veya Gateway of Europe, Avrupa Köprüsü... Şehrin -sözde- geleceğe güvenini temsil eden ve Paseo de la Castellana' nın Kuzey ucunda yükselen bu ucubeyi, ilk kez metrodan açık havaya çıkarken görmüştüm. Metro çıkışı binalardan birinin tam altında kalıyor. Yüzeye çıkar çıkmaz başınızı yukarı kaldırınca, koskoca bina üzerinize düşecek zannedip irkiliyorsunuz. Aslında, orada oturup; çok nadir de olsa, binadan haberi olmayanların tepkisini izlemek gerek. Binada yine Otis imzasını görüyoruz. 113 metre yüksekliğindeki bu binada 20 asansör bulunuyor.


 

 

Image by S.Sergen©1993

Madrid' deki bir başka yüksek yapı El Faro de Moncloa. 110 metre yüksekliğindeki çelik kolon üzerine oturtulmuş kule, 1992' de imal edilmiş. Avenida de los Reyes üzerindeki bu kuleden, şehri 360 derece izlemek mümkün. Olayı iyice dramatize etmek için; cam asansör, yine merkez kolonun dışına yerleştirilmiş. Araştırmalarımda, kulenin asansör bilgilerine erişemedim. Ama sanırım bir Kone.

Image by S.Sergen©2004

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Başa Dön :: Top of Page

 

Image by S.Sergen©2004

Araştırma yaparken bir başka zorluk çektiğim asansör de, bizim yanıbaşımızdaki Atakule' deki Schindler. Kuleye gidip, böyle böyle bir araştırma yaptığımı ve asansör hakkında bilgi toplamak istediğimiz söyledim. Toplayabildiğim tek bilgi, asansörü Türkiye' de kimin entegre ettiği. 1989 model kulemizin asansörünün eşiğinde yer alan, marka plakası, ayak sürtünmelerinden erimiş. 125 metrelik bu kule de, kardeşleri gibi, harici asansörlerden faydalanıyor. Yukarıdaki fotoğrafta, Schindler asansörün camından çevresini seğreden yolcuları ve camdaki yansımada, asansörü seğreden beni aynı karede görebilirsiniz.

Fotoğrafçılıkla yakından ilgilenenler bilirler, bir şeyi görüp öylesine fotoğraf çekeyim demezsiniz. O "şey" in, hangi özelliğininin ön plana çıkarılacağı, nasıl bir kompozisyon oluşturulacağı önceden planlanır. Atakule fotoğrafı çekmeden önce bu planı yaparken, internette diğer Atakule fotoğraflarını taradım. Beklentim, ilk akla gelebilecek basitlikte, yandaki tarzda binlerce fotoğraf görmekti. Ancak, bir iki tane ilginç yaklaşımın dışında tamamı, cepheden tam boy çekimlerle karşılatım. Hem de, hiç öyle binlerce filan değil, topu-topu 10-20 mertebesinde fotoğraf var yazık ki.

 

 

Asansör mevzusunu artık kapatmanın sırası geldi. Madem ki, ülkemizin varlıklarını kimse fotoğraflamıyor; Armada alışveriş merkezinin Schindler' inin makina dairesinin fotoğrafını bile yayımlayarak, bir kültür hizmeti yapmak bize düşüyor....

Image by S.Sergen©2004

 

 

 

 

 

 

 

Tabi konuyu kapatmazdan önce, bir cümle de meşhur olan bazı asansörlerden. Başrollerini Mustafa Uğurlu, Arzu Yanardağ, Demet Şener, Funda Barın, Cem Özer ve Nurseli İdiz gibi isimlerin paylaştığı, Mustafa Altıoklar' ın 1999 yapımı Asansör filminin kabin sahnelerindeki başrolü, Türkiye Asansör tarihindeki ilklerden biri olan Pera Palas otelindeki asansör üstleniyor. Asansör, her ne kadar rolünü iyi yapsa da; konsanstrasyonumu nedense, Arzu Yanardağ' a odaklamayı tercih ediyorum.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bir küçük paragraf ta, sevgili dostum Robert Michelson' un katkısı. Kendisi, dünyada el atılmamış, kimsenin aklına gelmemiş projelerle ilgilenir; sürekli bir meşgale, devamlı bir çalışma içindedir. Türkçesi de küçümsenmeyecek derecededir. Benim bu asansör sayfamı görünce, aşağıdaki haberi gönderdi.

"California Üniversitesi tarafından Dünya' nın en küçük asansörü imal edildi. Organik Kimya profesörü Dr.J.Fraser Stoddart ve tarafından 2.5 nanometre yüksekliğinde ve bir nanometre kadar aşağı yukarı hareket edebilen bir asansör imal edildi (Bir nanometre, milimetrenin milyonda birine tekabül etmektedir). Asansörün görevi, insan vücudu içinde valf gibi çalışarak, hücrelere bir kaç moleküler ilaç ulaşmasını sağlamak olacak. (Kaynak: NY Times, Henry Fountain, 23 Mart 2004)"

Thank you Rob for forwarding this article...

Son olarak söyleyeceğim şudur: asansörler ile ilgilenen bir tek ben değilim. İnanın bana bu konuda kulüpler, organizasyonlar, meraklılar ve hatta tutkulu insanlar bile var. Alın size bazı asansör bağlantıları:

Başa Dön :: Top of Page

 

Sayfa grafiği ve animasyon tasarımı Ş.Sergen©2004